Site icon Juno – Kendi Halinde Bir Yıldız Gözlemcisi

Chiron KOÇ Burcu'nda – Işık Kalbin Kırıklarından İçeri Sızar…

Kintsukuroi ''Altınla Onarma'' Sanatı'nı Kadın Figürü ile Tasvir Eden Bir Resim

”Yaralı Şifacı” olarak bilinen Chiron, 18 Nisan 2018 itibariyle KOÇ Burcu’na girdi ve 14 Nisan 2027 tarihine kadar burada kalacak.
Sadece, 5 Temmuz 2018’de retro harekete girdikten sonra, 26 Eylül 2018 – 18 Şubat 2019 arasında, yine BALIK Burcu’nu ziyaret edecek.
KOÇ’taki uzun yolculuğu sırasında Chiron 2023’te Jüpiter ile ve 2024’de Kuzey AY Düğümü ile, her ikisi de olumlu kabul edilen kavuşumlar yapacak.
MEALİ;
Chiron, bir burçta 1,5 yıl ile – 9 yıl arasında yolculuk yapar. En uzun yolculuğunu BALIK ve KOÇ Burçlarında gerçekleştirir.
BALIK Burcu, doğal olarak 12’inci Ev’in yöneticisidir. 12’inci Ev, bilinçaltını, manevi yanımızı, korkuları, acıları ve baskılanmış duyguları, geçmişimizle ilgili hatırlamak istemediğimiz ya da kendimizle ilgili kabullenmekten ve dışarı vurmaktan kaçtığımız yanları temsil eder.
KOÇ ise, doğal olarak 1’inci evin yöneticisidir. 1’inci Ev, BEN VARIM deme güdümüzü, varolma şevkimizi, kendimizi ortaya koyma biçimimizi, dış dünyaya yansıttığımız yüzü temsil eder.
Chiron, en uzun yolculuklarını yaptığı bu iki burç arasındaki geçişte, İÇİMİZDE OLANI DIŞA VURMAK, gölgede kalan yeteneklerimizi, değerlerimizi ortaya çıkartmak, baskıladığımız ya da farkında olmadığımız zaafları ise, daha iyi yönetmeyi öğrenmek konusunda bizi teşvik eder.
Mars’ın has evladı KOÇ, doğal bir hayatta kalma güdüsüne, rekabet arzusuna, mücadele ruhuna, liderlik etme eğilimine, elde etme şevkine ve kendini ”daha önce yapılmamış” olan işler için ortaya atma arzusuna sahiptir. KOÇ için ”gözükara bir savaşçı” demek yanlış olmaz.
KOÇ, zaaflarına ve korkularına rağmen cesaret göstermeyi, bir konuda bilgi sahibi olmamasına rağmen içine akan İLHAM’a güvenmeyi ve buna göre davranmayı becerir.
Geri çekilmek, saklamak ve saklanmak yerine, öne çıkmak, olduğu gibi davranmak, fazla ölçüp biçmeden içinden geleni yapmak, CESARET’tir. ”Korkusuz Cesaret Olmaz!” demiş Vikingler… Korkunun yarattığı ESARET yerine, CESARET’i yani, aksiyon almayı tercih etmek, hayata bir şans vermek ve hayatın da bize bir şans vereceğine güven duymaktır.
Ve Cesur Olan Yara Almayı Göze Alandır!
Ya da YAŞAMAK zaten, yara almayı ve onlara rağmen, onları iyileştirmek için ve onların öğrettiği dersleri tüm insanlığın genetik hafızasına katmak için yola devam etmeyi GÖZE ALMAKTIR!
Yara almamış savaşçı, şansına güvenir… O, tüm savaşanlar içindeki en zayıf, en tehlikeli halkadır! Zira yarasızlığı yüceltir. Yarasız olduğu için kendini büyülü ve diğerlerinin üzerinde zanneder.
Oysa insanı gerçekten güçlü yapan, yaralarına rağmen ayağa kalkıp tekrar savaşmaya devam etmektir!
Yara almamanın bir marifet, yaralanabilir olmanın ise bir zayıflık, bir küçülme, bir değersizlik olduğunu düşünen insan, iki ACILI YOL’dan birini seçer;

Bir çok kişi, konum ve koşullara bağlı olarak iki yolu da dener 😉 Ve hem kendinde hem başkalarında yeni yaralar açar!
Yaralanabilirliğin, İNSAN OLMA HALİ olduğunu idrak etmek ise, üzerimizdeki üstünlük egosunu, eti kemikten ayırır gibi derin bir acıyla sıyırır!
O zaman anlarız ki; Biz de HERKES gibi YARALI’yız…
Üstün ve aşağılık diye bir şey yok! AYRICALIK yok…
Her insanın bizi çeken ya da iten birçok davranışı, ya da DIŞ YÜZÜ, aslında yaralarını saklamak için kullandığı bir kabuk 🙂
O farklı farklı kabukların altında, herkes aynı ihtiyaçlar, aynı özlemler, aynı korkular ve aynı mahrumiyetlerin getirdiği acıları yaşamakta…
Bizi farklı kılan kabuklarımız olabilir. Ama özde AYNI yapan, benzer ve kardeş kılan, bizi eşitleyen şey, YARALARIMIZDIR!
Bunu anlamak, ŞEFKAT’i getirir insana… Hem kendine, hem de farklı gördüğümüz her cana karşı şefkat duymayı, insan yaralar sayesinde öğrenir.
Metin Kaçan, Ağır Roman’ın bir yerinde; ”İnsana dair bütün haller, Üç Ş’nin bileşimidir!” der. ŞİDDET, ŞEHVET ve ŞEFKAT 🙂
KOÇ, şiddet ve şehvete daha yakın, şefkati ise keşfetmeye mecburdur!
Şiddet, şefkatin azlığı ve hayata dair alma şehvetinin çokluğudur… Şehvet, şefkat ihtiyacının, mal, para, haz ile kabuğa sarılmasıdır. Şefkat ise, şehveti daha tatlı ve uzun bir hazza dönüştüren, şiddetin açtığı yaraları sağaltan bir ŞİFA’dır.
İnsan bu hayatı kuşaklar boyunca genetik hafızamıza işlemiş acıları ve bunları yeniden ve yeniden üretmekten başka işe yaramayan kabukları kaldırıp, altındaki cılk yarayı ŞİFALANDIRMAK için yaşar 🙂
Yani, bizi yaralayan olaylar, bize zaafımızı, kabuğun altındaki asıl şifalanmayı bekleyen yeri fark ettirmek içindir.
Derindeki yarayı fark etmeden ve kabul etmeden, bulunan her çare ANESTEZİ’den ibarettir. Sadece zamanı uzatır, sadece durumu geçiştirir, sadece kabuğu kalınlaştırır… Ama acı olduğu yerde, saklandığı derinde durur!
Yarayı fark ve kabul etmek, uzun ve zahmetli bir iyileşme yolculuğunun, ilk adımıdır.
ŞEFKAT, bu yolculuktaki en iyi dost ve tek gerçek ŞİFA’dır.
Şefkat, her şeyi hoşgörmek, her zalime gönüllü kurban olmak değildir 🙂 Şefkat, her şeyin sebebini görmek ve o sebebi oluşturanların da yaraları olduğunu, yani aslında bize vuranların HEDEFİNİN biz olmadığımızı anlamaktır. Bizde yara açanların, sadece kendi yaralarını saklamak ve hayatta kalmak için geliştirdikleri yöntemlerin yaralayıcı olduğunu fark etmektir.  Onların sevgi ve sahiplenme şekillerinin dahi, kendilerine dair duydukları korkularla ve bastırılmış, çarpıtılmış  özlemlerle şekillendiğini anlamaktır. Onların kendilerine şefkat duyamadıkları için, bize de şefkatli davranamadıklarını görmektir. Yani bize yönelik olan saldırıların, aslında bizimle alakası yoktur! Başka bir yaralı çocuğun, kendince tutturduğu yol, bizi yaralamıştır.
Bu bize sandığımız gibi DEĞERSİZ olmadığımızı gösterir.
Ve bugüne dek ”olmaya çalıştığımız gibi değerli olmak” yerine, gerçekten ”varlığımızın değerini bilmek” konusunda bize bir kapı açar 🙂
Yüreğinde insanlık hallerine dair anlayış ve şefkat artan insan BÜYÜR! Hala iyileştirmeye çalıştığı eski yaralarına rağmen ve yeni yaralar almayı göze alarak yola devam eder. Bu yol onu bilgeleştirir ve ”Yürekte Güçlü, Halde Yumuşak” kılar…
Japonlar’ın Kintsukuroi ”Altınla Onarma” dedikleri bir sanat vardır. Kırılan, yani yaralanan eşyaların, daha fazla değer kazandığına inanır, ve kırıkların arasını altınla doldurarak, o eşyayı kullanmaya devam ederler.
ŞEFKAT, kalbin kırıklarının arasını dolduran altındır 🙂
Bizi değerli ve işlevli kılar…
Zaaflarımızı, eksiklerimizi korkmadan kabul etmeyi ve böylece daha beceriyle yönetmeyi mümkün kılar!
Bizi ihmal ve inkar ettiğimiz, ortaya çıkartmaktan korktuğumuz, işleyip güzelleştirmek için emek vermediğimiz, kullanmaktan sakındığımız niteliklerimizi ortaya çıkartmak için teşvik eder.
Her can kusurlu, her tasarım zaaflı, her insan hatalıdır! Ama İNSAN olmak, zaten tanımı itibariyle ”hatalarımıza rağmen, içimizde var olan GÜZELLİĞİ ORTAYA DÖKMEYE MECBUR OLMAKTIR!”
Güzellik, Yaradılıştan gelir ve engellenemez 🙂
İnsan hatalı, zayıf, yaralı olduğu için, kendini ÇİRKİN bulur. Bu yüzden ASIL GÜZELLİĞİNİ KABUKLAR ALTINDA SAKLAR.
Şefkat, bize güzelliğimizi sevecenlikle, özenle, ”beğenilmek için değil, işe yaramak için” ortaya koymayı öğretir.
Şefkat, başka insanlara baktığımızda da, onların kabuklarının ürkünçlüğüne ya da cazibesine rağmen, özlerinde taşıdıkları saf güzelliği takdir etmemizi ve ÖTEKİLERE ürkek, alıcı ya da saldırgan değil, özenle ve uygun mesafeden yaklaşmamızı sağlar.
Hiç bir şey KUSURSUZCA GÜZEL değildir. Herşey RAĞMEN güzeldir 🙂
Hatta belki de ”İnsan’ın Güzelliği ve Anlamı” onca acıya rağmen yürümeye, yapmaya, almaya ve vermeye, OLMAYA devam etmesindedir.
Bunu anladığımız zaman… Evet işte tam o zaman, Mevlana Cellaleddin Rumi’nin söylediği gibi; ”Işık Kalbin Kırıklarından İçeri Sızar!” 
Chiron’un KOÇ’taki yolculuğu hakkında daha dünyevi bir yorumu ve BURÇLARA GÖRE etkilerini merak ediyorsanız; Chiron’un Koç Burcu’ndaki Yolculuğunun, Burçlara Göre Etkisi…
Ama Chiron’un KOÇ’tan geçerken, bize asıl öğreteceği dersi bir  an önce dile dökmek istedim…
KOÇ Bir Savaşçı’dır!
Ama Efendi Yoda’nın dediği gibi; ”Kimse Başkalarıyla Savaşarak Büyük Olmaz!”
Gerçek savaş dışarıyla, yani bize acı veren insanlar ve olaylarla aramızda değildir. Onlar sadece bize derindeki yaramızı fark ettiren ve bizi kabuğumuzu kaldırıp, derinde duranı şifalandırmaya, İNSAN olmanın anlamını bulup, onunla iyileşmeye teşvik eden vesilelerdir. Vesileyi yok etmek, şifayı getirmez 🙂 İnsan asıl savaşını kendine karşı verir ve barışı kendisi ile yapar.
Büyük Savaşçı dediğimiz kişi, yaralarına rağmen ayağa kalkıp yürümeye, kırılganlığına rağmen özündeki güzelliği görünür kılmaya, her yaptığını şefkatle yapmaya cesaret edendir.
Bu yazıya en çok yakışan Leonard Cohen’den GUESTS olur… Üstelik video, Henri Cartier Bresson’un ”İnsanlık Halleri”ni temsil eden muhteşem resimleri ile yapılmış.
”Birer birer geliyor misafirler… Birer birer içeri giriyorlar. Hepsinin kalbi kırık ve pek azı onu hala açık tutuyor. Kimse bilmez, nereye varır gecenin sonu… Kimse bilmez nereye akar onca şarap. Ah SEVGİ, nasıl da ihtiyacımız var şimdi sana!”

Exit mobile version